
TALİPLİKTEN DÖNÜŞ KAİDESİ 1
BÖLÜM:1
Dünya siyasi tarihinin kırılma noktalarından biri olan 11 Eylül 2001 saldırıları yaşanmış ve ABD’nin sembolü sayılan Dünya Ticaret Merkezinin iki kulesine yapılan saldırıların ardından, dünya ‘İslam, Cihad ve Terör’ kelimelerini bir arada kullanmaya başlamıştı. Ve ‘Cihad’ kelimesi ‘Silahlı Direniş’ olarak görülmeye başlandı.
Sovyetler Birliğinin, 1979 yılında İran’da devrilen şah hükümetinin yerine kurulan İslam Devletinin kendisi için bir tehdit olarak görüp, bölgedeki dengelerin de bozulacağını anlamış ve Afganistan’da oluşturmak istediği Marksist düşüncenin ilerlemesine engel olmasından korkmuştu. Bu duruma karşı direnişe geçen gruplara destek verme tehlikesinin meydana gelmesi ile bölgede de oluşan hükümet karşıtı direnişin artması Afgan hükümetini Sovyetlerden yardım istemek zorunda bıraktı. Afganistan’a yaptığı askeri müdahalesinin sonrasında dünyanın birçok Müslüman ülkesinden gelip ‘Mücahit’ olan insanlar ve ekonomik olarak destek veren ülkelerin başlatmış oldukları direniş hareketi, İslam dünyasında büyük bir yankı uyandırmış ve sempati kazanmıştı. ABD’nin Sovyetleri bir tehdit olarak görmesi ve bu direnişçi gruplara destek vermesi üzerine, Pakistan’ı bu gruplar için bir kontrol ve üs bölgesi olarak hazırlaması onları bir yapı haline getirmenin ana temellerinden biri oldu. Bu şekilde temelleri atılmış olan El-Kaide’nin diğer birçok Arap ülkesinden yollanan yardımlarla ismini duyurmuş olan dönemin en fenomen ismi olacak Usame bin Ladin dünyanın en çok konuşulan insanlarından biri olmanın ilk adımlarını atmış oldu. Kendisi de Suudi Arabistan vatandaşı olan aslen Yemen’den göç etmiş bir ailenin mensubuydu. Ekonomik eylemlerle ön plana çıkan Usame bin Ladin, Afganistan’da bulunan bütün grupları bir araya getirmesi ile El Kaide olarak günümüze kadar gelen yapının temellerini atmış oldu. Bin Ladin Afganistan’da yaptığı faaliyetler ve kurduğu askeri kamplarda buradaki mücahitlerin askeri eğitimi almasını sağladı. Ülkenin bir çok bölgesine açtığı bürolarda gönüllü toplama ve ekonomik işleri yürüttü. Bu dönemde Pakistan medreselerinde dini eğitim almış ve bu mücadeleye katılmak için Afganistan’a gelmek isteyen talebelerin de yolunu açmış oldu.
Sovyetler Birliğinin 1989 yılında Afganistan’dan çekilmesinden sonra bu hareketin devam etmesi için karar alan Usame bin Ladin’in asıl amacı dünya üzerinde İslami bir devlet kurup kendi inançları ve ideolojisi doğrultusunda bir yapı oluşturmaktı. Onun bu düşüncesinin arka planında ve ileride onun yerine geçecek olan, bu yapının dini siması ve lider kadrosunda bulunan Eymen Ez-Zevahiridir. Amacı ciddi bir İslami direniş oluşturmak olan bu yapı, yapmış olduğu eylemlerle Birleşmiş Milletlerin ve Nato’nun endişesi ve girişimleri ile terör listesine alındı. Çünkü ; Usame bin Ladin’in ileride de şiddetlenecek olan ABD ve Batı düşmanlığı açıkça görülmeye başlanmıştı. Büyük çoğunluğunu Pakistan medreselerinden gelen ve savaştan kaçan mültecilerin oluşturduğu ve geneli bu medreselerde eğitim gören talebelerin kendilerine ‘Taliban’ diyen ve kelime anlamı olarak da talep eden(İslami eğitimi) bu grubun liderliğini yapan Molla Ömer ismi sıkça duyulmaya başladı. Yine kendileri gibi Peştun kökenli olan Molla Ömer devletin başına getirildi. Pakistan da bu medreselere ve direnişe ciddi parasal imkan sağlayan Suudi Arabistan artık ideolojik olarak da buradaki mücahit gruplara Vahhabizm anlayışını empoze etmekteydi. Vahhabi bir gelenekten gelen Molla Ömer hem dini hem de siyasi bir lider olmuş, Afganistan hükümetinin zayıflığından istifade ederek hükümeti ele geçirmesinin ardından ülkenin birçok yerinin kontrolünü de ele geçirip güçlenmiş oldu. Aynı zaman da Taliban’a liderlik yapan Molla Ömer, Sovyetlerin dayatmak istediği Marksist ve Komünist ideolojinin aksine adı İslami ideoloji olan özünde dayatmalara ve yasaklara dayanan düşüncesi ile kurmuş olduğu dikta rejimi, özellikle kadınlara hiçbir hak tanımayan bu düzen dünya üzerinde büyük yankı ve tepki uyandırdı. Yaptığı eylemlerle ve verdiği aşırı kararlarla insanlık suçu işleyen bir ‘vahşi’ olarak dünyada nam yaptı.
‘Bölgede bulunan El Kaide ve Taliban’ın inanç olarak aynı temellere dayansa da hedeflerinin farklı olması bölgede birbirlerini desteklemelerini engellemedi çünkü ;İkisi de vahhabizm anlayışından gelmekteydi. Selefi düşüncesinin bir uzantısı olan vahhabizm 18. Yüzyılda Muhammed bin Abdülvehhab tarafından kurulmuş ve faaliyete geçmiş ancak Osmanlı Devletinin girişimiyle son bulmuştu. Ancak 1891 yılında Abdüllaziz bin Suud tarafından tekrardan kurulmuş oldu. İtikadi olarak tevhid inancına sahip olan ancak , Kuran ve Sünnetin dışında emir ve yasak tanımamak, İslam Peygamberinin döneminde bulunmayan şeyleri ve tevessülü terk ederek , şefaat kavramını reddetmek, Kuran ve Sünnet ’de bulunmayan her şey bid’at ve şirk olduğunu savunan bir inançtır. Günümüze kadar devam eden ve bu iki gruba yön veren bu inanç, gerçek İslam anlayışı ve önemli kavramlardan biri olan ‘Cihad’ kavramını bu şekilde yanlış lanse etmektedir. Asıl amacı uygulanması için Allah’ın ve Peygamberlerinin emirlerini ve yasaklarını öğrenip öğretmek, nefsin ilahi yasalarla çatışan arzularını kırmak ve İslam düzenini korumak ve ilerletmek amacı taşıyan bu kavramı bozmuş ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmıştır.’
Afganistan’da Taliban’ın zamanında ABD den bile yardım alması, güçlenmesi ve bölgede yaratığı tehdit artık endişe vermekteydi. Bunun üzerine kuzey bölgesinde Taliban’ı ve kurduğu hükümeti kabul etmeyen gruplar ittifak yaparak Kuzey İttifakı’nı oluşturdular ve iç savaş başladı. Bunu fırsat bilen ABD bu ittifaka destek vererek, Taliban hükümetini devirdi. Bölgedeki kültürel gelenekler gereği İttifak’ı ve yenildiğini kabul eden Taliban bu şekilde hükümeti kaybetmiş oldu. Bölgede ise iplerin gerilmesine yol açan Saddam Hüseyin, Arap yarım adasında kurmak istediği Arap birliği ve Arap faşizmini artık gün yüzüne çıkarmış ilk hamlesini 1980 yılında İran’a saldırı başlatarak yapmıştı. ABD, Avrupa ve Rusya’yı arkasına alan Saddam Hüseyin sekiz yıl süren bu savaşı kaybetmiş ancak büyük kayıplar vermesine rağmen, ABD’yi ve Birleşmiş Milletleri karşısına almak pahasına 1990 yılında Kuveyt’i işgal etti. Dönemin ABD başkanı George W. Bush, Birleşmiş Milletlerin desteğini alarak Suudi Arabistan’da üs kurup asker ve mühimmat gönderdi. Olanlara karşı işgalden vazgeçmeyen Saddam, ABD’nin ve Birleşmiş Milletlerin Irak’a askeri müdahalesiyle 1.Körfez Savaşına sebep oldu ve Kuveyt’ten çıkmak zorunda kaldı. Ancak ABD 2001 yılına kadar Irak’ı bombalamaya devam etti. Bu arada Afganistan’da son bulan iç savaşın ardından Usame bin Ladin ülkesine dönmüş, ABD ve destek veren körfez ülkelerine karşı muhalefete ve Irak’ta yapılan ABD karşıtı direnişe destek vermeye başladı. ABD’nin Irak’ta uyguladığı şiddet artmış ve 11 Eylül 2001’de ABD Merkez Bankası ve sembol olan ikiz kulelere kaçırılan uçaklarla Usame bin Ladin’in emriyle El Kaide tarafından saldırı yapıldı. Bölgede yaşanacak şiddetin mihenk taşı olan bu saldırı beraberinde ABD’nin Afganistan’a girmesiyle bölgedeki gerilimin iyice artmasına sebep oldu. ABD’nin amacı Usame bin Ladin’i yakalamak ve bölgedeki Taliban gibi terör örgütlerini yok etmek istiyordu. 2004 yılında Taliban’ın ABD baskısı ile tekrardan güçlenip karşı direnişe geçmesi 2009 da ise tamamen bir gerilla savaşına dönüştü. 2014 yılında ABD ve Nato güçlerinin Afganistan’dan çekilişine kadar da en büyük gelirini haşhaş ve uyuşturucudan sağlayan Taliban’ın bölgedeki gücünü azaltmak ve yok etmek için kurulan dev hapishanelerde türlü işkence ve insanlık suçları işlemesine rağmen Taliban varlığını yok edemedi.
ABD’nin Afganistan ve Irak da yürüttüğü operasyonlarda yapılan zulüm ve insanlık suçları artık üstü örtülemez bir hale gelmiş ve ABD’nin bölgenin dini ve etnik yapısını tanımaması olayları daha karmaşık bir hale getirmişti. Ancak George W. Bush’un 2013 yılında Birleşmiş Milletlerin kararını gözetmeksizin Birleşik Krallığın desteğiyle kurduğu koalisyon, Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu adı ile 2. Körfez Savaşını başlattı ve Irak’a girdi. Irak lideri Saddam Hüseyin’in El Kaide ve Usame bin Ladine yardım etme ve kimyasal silah kullanma gerekçesi ile saldırıya başladı ve kısa sürede Irak ordusu yenildi. Saddam Hüseyin çıkarıldığı mahkeme kararı ile 2006 yılında idam edildi. ABD’nin yürüttüğü yanlış politikalar işleri içinden çıkılmaz bir hale getirmişti. Afganistan ve Irak da kurduğu hapishanelerde yapılan insanlık suçları Müslüman Devletlerin tepkisini almakta ancak ABD’nin korkunç eylemlerini azaltamıyordu. Ama ABD’nin bölgedeki bilgi eksikliğini kullanmaya başlayanlar oldu. Kurulan bu dev işkence yuvalarında ABD’nin yanlış stratejileri doğrultusunda örgütlenen Taliban ve El Kaide militanları ileride tüm dünyanın konuşacağı vahşet ve şiddetleri ile ün kazanmış isimler haline geleceklerdi.
1 Yorum