
BAHAR HAVASI ARAPLARA YARAMADI (IRAK)
BÖLÜM: 1 IRAK
Bahar Havası Araplara Yaramadı’ yazı dizisinin ilk bölümünü Irak olarak seçtim. Çünkü; birçok etnik ve dini kitleyi bünyesinde bulundurması, yıllardır süre gelen kaos ve hiç bitmeyen çatışmalar ve yine siyasi tarihin en tuhaf diktatörlerinden biri olan Saddam Hüseyin karakteri. Arap Baharı sürecini daha iyi anlayabilmek için olmazsa olmaz gördüğüm içindi. Yazıma ilk olarak Saddam Hüseyin’in biyografisi ile ilgili kısa bir bilgi ile başlamak istiyorum;
“Saddam Hüseyin, 28 Nisan 1937 yılında Irak’ın Tikrit şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası o doğmadan önce ölen Saddam’ın annesi ona ‘Karşı Koyan’ anlamına gelen ‘Saddam’ ismini koymuştur. Irak ordusunda önemli bir Subay olan dayısı tarafından büyütülmüştür. 1956 yılında dayısının isteği üzerine askeri akademiye girmek istese de başarılı olamamıştır. 1957 yılında, ileride de hakkında yazı yazacağımız Baas Partisine katılmıştır. Dönemin siyasi buhranını kullanarak dönemin hükümetine yönelik birçok suikast girişiminde öncü olarak yer almıştır. İsmi Irak halkı tarafından duyulmaya ve arananlar listesinde olması ile Mısır’a gitmiştir. 1962-63 yıllarında Baas Partisinin iktidarı ele geçirmesi üzerine Mısır’da almakta olduğu Hukuk eğitimine Bağdat’ta devam etmeye başlamıştır. Hakkındaki suçlamalar ile hapse giren ve Baas hareketinin farklı bir ideolojisini savunan Saddam, 1967 yılında hapisten kaçmıştır. Bu süreçte fikirleri ve eylemleri ile bu hareketin liderlerinden birisi haline gelmiştir. Kuzeni Ahmed Hasan El-Bekir’ e en yakın kişi olması ise 1979 yılında kuzeninin ölümü üzerine onu Devlet başkanlığına getirmiştir.”
‘Bahar Havası Araplara Yaramadı’ yazı dizisinin giriş bölümünde de bahsettiğim üzere Saddam Hüseyin bu coğrafyanın en tuhaf karakterlerinden birisidir. Elinden hiç düşmeyen silah ve puro argümanları, uygulamakta olduğu ölçüsüz şiddet ve onu vazgeçilmez ve lider olarak resmeden heykel ve resimleri. Düşünce itibari ile Arap Milliyetçiliği ve Arap Sosyalizmi olarak adlandırılan ideolojiyi savunan Saddam’ın idol olarak gördüğü kişi, özel yaşantısında da sıklıkla görülen Stalin ve Sovyet Sosyalizmiydi. En önemli diktatörlük nişaneleri olan muhalifleri yok etmek ve başta askeriye ve medya kuruluşlarını kendi kontrolü altına aldı. Ülke içerisinde hiçbir şekilde ona karşı muhalefet söz konusu bile değildi. Etnik ve dini yapı olarak ülke içerisinde birçok farklı topluluğa ev sahipliği yapan Irak, Saddam’ın başa geçmesi ile yeni ve zorlu bir sürece girmiş oldu. 1979 yılında İran halkının yaptığı İslam Devriminin, bölgedeki dengeleri değiştirmesi ile bu bölgedeki alt üst olan planlar, gözleri hem sınır komşusu hem de petrol ve siyasi argümanlar yüzünden birçok kez kullanılan Irak hükümetine yöneltildi. Saddam’ın Arap uluslarını birleştirme hayaline ket vuran ve milliyetçilik yerine mezhepçilik tehdidinin oluştuğunu düşünmesi uzun yıllar sürecek zulüm ve kendisinin sonunu getirecek olaylar zincirinin başlangıcı oldu. Başta Amerika ve İsrail olmak üzere Batı’nın desteği ile 1980 yılında İran’a savaş açması ancak kısa sürede biteceğini hesap etmesine karşın bir halk direnişine dönüşen ve sekiz yıl süren bir direniş olmuştu. Neticesinde bir milyon kişinin ölümüne sebep olması, maddi olarak ülkeyi sarsan ekonomik durum ve bu süreçte birçok kez başta destekleyip sonra ona ihanet eden bu ülkelere duyduğu nefret onu beraberinde diğer yanlışları yapmasına sebep oldu. Halkının içinde bulunduğu ekonomik yıkım, Irak halkının sesinin yükseltmeye başlamış aynı zamanda bu savaştan dolayı ona nefret besleyen ve halkın büyük bir çoğunluğu olan Şii nüfusun eleştirileri artmaya başladı. Eski bir Irak toprağı olan ancak petrol sayesinde Batı ülkeleri aracılığı ile bir ülke olan Kuveyt, Saddam’ın geçmişten beri geri alınmasını düşündüğü ve buradaki petrolün Irak halkına ait olduğu düşüncesi için zemin buldu. Aynı zamanda ülkenin içinde bulunduğu ekonomik buhrana bir çözüm olarak görmesine sebep oldu. 1990 yılında Kuveyt’i işgal etmesi üzerine Birleşmiş Milletlerin, Irak’a operasyon düzenlemesi fitilli ateşledi. Bunun üzerine geri çekilmek zorunda kalan Saddam’ın bütün prestiji yerle bir oldu. Ülkede oluşan yolsuzluk ve bürokratların ihtişamlı hayatları arasında oluşan fark halkı sürekli olarak eylemlere yöneltmeye başladı. Aslında aynı akla hizmet eden ülkelerin de beklediği zemin oluştu. Bu arada 2001 yılında yaşanan İkiz kulelere saldırı olayı ile dönemin Amerika Başkanı George Bush’un, Saddam’ın El-Kaide ve Usama Bin Ladin’e destek verdiği aynı zamanda kimyasal silah ürettiği iddiaları ile BM’nin desteğini arkasına alarak Irak’a saldırdı. Bu arada bu savaş sonrası Irak halkına yapılan zulüm, hiçbir zaman bulunamayan kimyasal silah üretimi yine kendilerinin kabul ettiği bir bilgi olarak üstü örtüldü (Saddam’ın İran-Irak savaşında kullandığı kimyasal silahlar bu ülkeler tarafından verilmişti). 2003 yılında yapılan bu harekatın isminin ‘Irak’a Özgürlük Harekatı’ denilmesi de manidardır. 1 ve 2 Körfez Savaşları ile başlayıp günümüze kadar halen istikrara kavuşmayan Irak’ta, 23 yıllık Saddam Hüseyin rejimi, 2006 yılında doğduğu şehir olan Tikrit’te yakalanıp idam edilmesi ile son buldu. Varisi olan iki oğlu da kendisinden önce öldü ve rejimi tamamen yok oldu.
Sonuç olarak sayısız ölüm, kaosun hakim olduğu bir ülke geride kalmış oldu. O günden bugüne halen birçok terör grubuna ev sahipliği yapan Irak bir türlü istikrara kavuşmadı. Günümüzde kendilerine üst akıl diyenlerin Böl-Parçala-Yönet stratejisi için en çok yatırım yaptığı ülkelerden birisidir. Söylenecek ve yazılacak birçok konunun bulunduğu Irak hakkında kısaca bilgi vermeye çalıştım. Umarım hepimiz için bir özet bilgi ve bugün ki durum hakkında aydınlatıcı bir açıklama olmuştur. Bu yazı dizisinin devamı olan diğer yazıları da okumanızı tavsiye ederim.
Yorum Yok