Beni Takip Et

post image

YAHUDİ OLMAK DEĞİL SİYONİST OLMAK SUÇTUR

Medeniyetin beşiği olan bu topraklar da bir sembol idi Kudüs. Üç büyük din içinde kutsal sayılmış ve bir arada yaşamalarına ev sahipliği yapmıştır. Geçmişten günümüze büyük savaşlara ve yıkımlara maruz kalmıştır. Birçok medeniyetin kurulduğu bu topraklar üzerine,  ancak hiçbiri ileride 3000 sene önce dedelerinin bu topraklarda yaşadığını iddia ederek geri almak istememişti. Kitaplarında kendilerine vaad edilen topraklar bahanesi ile kan ve katliamlarla bu toprakları geri almadı. Peki nasıl olurda 3000 sene önceki bir mülkiyet hakkı iddiası yakın tarihimizde kabul edilmiş ve bu amaca ulaşmak adına yapılan her zulüm mübah görülmüştü?

  ‘Siyonizm’ kelimesi ilk olarak 1893 yılında Nathan Birnbaum tarafından kaleme alınan ‘Yahudi Sorunun Çözümüne Yönelik Olarak, Yahudilerin Anavatanında Yeniden Doğuşu’ adlı risalesinde literatüre girmiştir. Yahudi milletinin, kutsal topraklar olarak gördüğü sınırlar içerisinde kurmak istedikleri devlet ideolojisidir.

   19.yy sonlarında Yahudi ve Hristiyan anlaşmazlıkları Avrupa’nın dört bir yanını sarmıştı. İleride Sosyalizm olarak adlandırılacak ve Almanların üzerine kalacak olan Avrupa ırkçılığı en hararetli günlerini yaşıyordu. Uzun yıllar önce İspanyadan katliamlar ile kovulan Yahudiler, Osmanlı toprakları içerisinde adaletli yaşam sürecekleri yerler bulmuşlardı. Ancak bu Yahudilerin torunları 300 yıl sonra Osmanlı’nın yok olması için mücadele edeceklerdi. Avrupa’da asimilasyon ve anti-semitizm yükselirken Yahudiler arasında ise Siyonizm yükseliyordu. Ve Yahudilerin Filistin topraklarına geri dönüş hareketinin ismi olacak idi Siyonizm.

  Tarihsel süreç boyunca Mısırlılar, Sasaniler, Babilliler, Romalılar ve Haçlılar tarafından ele geçirilmiş olan Filistin toprakları, Haçlı Hristiyanlara karşı savaşan Selehaddin Eyyübi tarafından tekrardan Müslümanların kontrolüne geçmişti. Bu zamana kadar başta Avrupa olmak üzere dünyanın birçok noktasına göç eden Yahudiler, Osmanlı döneminde en sakin zamanlarını yaşayan Filistin topraklarına tekrar dönmek için harekete geçtiler. Nathan Birnbaum ile aynı dönemde yaşamış olan Viyanalı aktivist ve gazeteci Theodor Herzl, Avrupa da oluşan Yahudi sorununun asimilasyon ile çözülebileceğini söyleyen bir laik iken, 1895 yılında Fransa da yaşanan Yüzbaşı Alfred Dreyfus olayı sonrasında fikrini değiştirmişti. Ona göre artık bu sorunun çözümü; Yahudilerin kendilerine bir devlet kurması ile mümkün olabilecekti. Bu amaçla 1897 yılında ‘Yahudi Devleti’ adlı bir kitap yayınlayarak bu düşüncesini anlatmış oldu. 29 Ağustos 1897 yılında Basel şehrinde Theodor Herzl önderliğinde toplanan 1. Siyonist Kongre o dönem için Yahudiler adına atılmış en önemli adımlardan biri oldu. Herzl, buradan aldığı siyasi ve ciddi ekonomik güç ile geri dönüş hareketinin çok da zor olmayacağı düşüncesine varmıştı. Ve bu kongrede 50 yıllık bir süreci işaret ederek kurulacak Yahudi devletin sınırlarını belirlemişti. Kuzey sınırları Kapadokya da ki dağlara, Güney’de ise Süveyş Kanalına kadar olacaktı. Sloganı ise ‘Davut ve Süleyman’ın Filistin’i’ olarak belirlemişti. İlk olarak Filistin’i ele geçirmek olan bu hedef tabi ki toprak sahibi olan Osmanlı Devleti ile başladı. Herzl, dönemin Osmanlı Sultanı 2. Abdülhamit’e bir teklif götürerek Filistin de toprak vermesi karşılığında Osmanlı’nın dış borçlarının ödeneceğini söylemişti. Sultan 2. Abdülhamit tarafından şiddet ile reddedilen Herzl, bu olay karşısında Osmanlı Devletinin yıkılmadığı sürece Filistin’i geri alma düşüncesinin zor olacağını anlamış oldu. Osmanlı ile girilen siyasi savaşta her yola başvuran bu zihniyet, Osmanlı Devleti içerisinde iç karışıklık ve bölgedeki Osmanlı Devletine bağlı Arap kabileler üzerinde, İngiltere’nin eli ile bağımsızlık vaadlerini ve Arap milliyetçiğini kullandı. Araplar üzerinde oluşturulan bağımsız bir ulus olma düşüncesi ile Araplar, Osmanlı Devletine karşı ayaklandırıldı. Girdikleri bu zorlu mücadelede onlara ve planlarına karşı ciddi mukavemet gösteren Sultan 2. Abdülhamit, yine bu zihniyetin oyunları ile tahttan indirildi. Osmanlı Devleti içerisinde batıya yakın olan ve hürriyet amacı taşıyan bazı gruplar ve şahıslar eli ile hal edildi. Ve yine bu zihniyet kullanılarak bütün İslam Coğrafyasının en önemli güç meselesi olan Halifelik kaldırıldı. 1914-15 yıllarında başlayan 1. Dünya Savaşı sırasında siyasi nedenler ile Almanya tarafında savaşmaya zorlanan Osmanlı Devleti yenik sayıldı. Güçten düşmüş olan devlet ve toprakları ise bölünmeye ve paylaşılmaya başladı. 1915 yılında Arap Yarımadasını ele geçiren İngiltere, Osmanlıya karşı ayaklanan Mekkeli Şerif Hüseyin’i destekleyerek, Filistin ve Irak toprakları üzerinde de kendisine bağlı Arap devletleri kurmak istiyordu. 1916 yılında İngiltere, Fransa öncülüğünde ve Rusya’nın da imzaladığı ‘Sykes-Picot Antlaşması’ diğer adı ile ‘Küçük Asya Antlaşması’ ile Osmanlı Devletinin topraklarını paylaştırmak için gizli şekilde imzalandı. Bu antlaşmayı öğrenen Osmanlı Devleti, ne kadar çabalasa da Arapları ikna edemedi. Araplara bir ulus olma düşüncesini öğreten İngiltere, Arabistanlı Lawrence gibi profesyonel ajanlar sayesinde bu düşünceyi yaymış ve bir araya getirilip silahlandırılan Araplardan ciddi bir güç sağlamıştı. Başta dönemin en güçlü Arap ülkesi olan Ürdün, Mısır, Irak ve Suriye devletlerinin başına İngiliz ve batı yanlısı krallar getirildi. Kutsal Topraklarda da Suud kabilesi, İngilizler tarafından toprak verilerek devlet haline getirilerek, 1917 yılında İngiliz güçleri Filistin’i ele geçirdi.

    Kasım 1917 yılında Filistin topraklarında kurulmak istenen Yahudi Devleti için, İngiltere dışişleri bakanı olan Arthur Balfour, uluslararası Siyonist hareketin liderlerinden olan Lord Rothschild’e bir mektup gönderdi. İçerisinde kendilerine bağımlı Arap devletlerinin kontrolü de bulunan bu mektup Yahudilerin devlet kurabilmesi için çok önemli adım oldu. ‘Balfour Deklarasyonu’ olarak anılan bu antlaşma, dönemin Yahudi olan ABD başkanı başta olmak üzere Fransa ve İtalya tarafından kabul edildi. Sykes-Picot, McMahon ve Balfour Antlaşmaları ile Orta Doğu üzerinde bölünen topraklar Rusya, Fransa ve İngiltere arasında paylaşıldı. Ve Yahudilerin de Filistin topraklarına göçü resmen başlamış oldu. Ancak Lenin Rusya’da gerçekleşen devrim sonrası bu antlaşmaları dünyaya ifşa etti ve artık İngilizlere güvenmeyecek olan Araplar hatalarını geçte olsa anlamış oldu. İngilizlere bağlı kuklalar tarafından yönetiliyorlardı artık. İngiltere, Anglo Arap Krallıklarını merkeze getirdi. Mekkeli Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Abdullah Hüseyin Ürdün Kralı, kardeşi Kral Faysal Irak Kralı ve Arabistan’a ise Suud ailesi ve kabilesi getirildi. Ortak özellikleri İngiltere’ye hizmet etmek olan bu krallıklar, Yahudilerin Filistin’e göçü esnasında hiçbir karşılık vermeyerek Filistinli Arapları yalnız bıraktılar.

   Uzun yıllar boyunca Avrupalı mültecilerin en önemli noktası olan ABD, artık yeni sistemde ülkelerin mülteci sınırlamaları ile mülteci kabul etmemeye başladı. Avrupa’dan kaçan Yahudiler ise artık İngiltere’nin uzun zaman çaba harcadığı göç hareketi sayesinde kutsal topraklara doğru gelmeye başladı. 1919 yılında 60.000 olan Yahudi nüfusu 1932 yılında 200.000’e yaklaştı. ABD ve İngiltere’nin, Yahudiler için açıktan yaptıkları siyasi değişimler ve bir sınırı olmayan bu göç operasyonları, Kudüs Müftüsü tarafından karşı cephe oluşturmuş ve muhalefet edilmeye başlanmıştı. Osmanlı Devletinin bölünen toprakları arasında en küçüklerinden olan Filistin, İngiltere için bile zamanında haçlı ordularının elinden alınmasından sonra kazanılmış büyük bir zafer olarak görülüyordu. Ancak aşırı Yahudi göçü ve Araplara verilen vaatlerin tutulmaması Filistin topraklarını kaynayan bir kazan haline getirdi. Araplar arasında direniş grupları oluşmaya başladı. Yahudiler ile çatışmaya giren bu gruplar İngiltere tarafından ağır müdahale görüyorlardı. Onları bahane ederek bölgedeki Yahudi yerleşimlerini koruma altına alan İngiltere, Araplardan boşalan köy ve arazilere Yahudilerin el koymasına göz yumuyordu. Ele geçirdikleri her toprak parçasını, her kurak arazi üstüne bir yerleşim yeri kuran Yahudiler, etrafını çevirerek bu arazileri koruma altına alıyorlardı. Savaş bahanesi ile İngiliz ordusuna katılan Yahudiler, silah ve savaş eğitimleri alarak kurulacak devletin ordusunun temellerini atmışlardı. Yahudiler hem kendilerini hem kurdukları yerleşim bölgelerini Araplardan korumak için Haganah örgütünü kurdu. Ancak 1937 yılında militan ve aşırı dindar olan Yahudilerden oluşan, Müslümanlara bombalı saldırı ve suikast eylemlerini gerçekleştiren İrgun adında bir diğer örgüt daha kuruldu. Filistin’de yaşanan olaylar neticesinde gerilim iyice artmıştı. Ciddi zarar gören Müslüman Arapların direnişi ile sonunda ‘Cihad’ ruhu da alevlenmiş oldu. İki taraf karşısında büyük bir başarısızlık gösteren İngiltere, hangi yola başvursa da başarılı olamadı. İş birliği ve ara bulmaya çalışan herkes suikast ile öldürülüyordu. Ancak İngiltere, son yaşanan olaylar sonrasında gözünü Avrupa’ya çevirdi. Avrupa da yaşanan siyasi gerilim neticesinde Hitler’in savaş çıkaracağını anlayan İngilizler, çıkacak savaşta hem Yahudi hem de büyük bir güç olan Arap Müslümanlardan faydalanmak istiyordu. İngiltere’ye muhalefet ettiği için Almanya’ya gelmiş olan Filistin baş müftüsünün oradaki varlığı, Almanya’nın bölgedeki Arapları kışkırtabilecek olması ihtimali, İngilizler için büyük bir tehditti. Çıkacak savaşta Arapları safına çekmek isteyen İngiltere, 1939 yılında Yahudi göçünün tekrardan sınırlandırılacağı ve tam bağımsız bir Filistin devleti için plan yaptı. Bu plan diğerleri gibi sadece bir aldatmaca idi. Ancak kurulacak Yahudi devletini tehlikeye attığını düşünen Yahudiler, İngiltere’ye karşı terör olaylarını başlatmış oldu. 1939 yılına kadar nüfusun neredeyse yarısını oluşturacak kadar Yahudi göç etmişti. Çatışmalar arttıkça beraberinde ölü sayıları da o denli artmaktaydı. Bu kez Yahudi terörü karşısında hedef olanlar sadece Müslümanlar değil, bir o kadar da İngiliz askerleriydi. 1939 yılının sonlarında İngilizler, Filistin’de barış için bir kez daha masaya oturdu ve ‘Beyaz Kitap’ olarak bilinen belgeyi yayınladı. Beyaz Kitap, Yahudi göçünün kısıtlanarak kontrol altına alınmasını ve 1945 yılında Filistin halkının geleceğini belirleyecek olan referandum yapılmasını ön gören bir hükümet belgesiydi. O tarihte Arapların nüfus çoğunluğunu oluşturdukları için bu referandum, bağımsız bir Arap Filistin Devleti ile sonuçlanacaktı. Arapları tatmin eden bu belge, Arap isyanlarını sona erdirdi. Yahudiler ise şiddetle bu belgeyi reddetti. Ancak gerek Filistin’deki Yahudi liderler gerekse de Yahudi acentasının başındaki David Ben-Gurion, gerçekleşecek Nazi zaferinin bir felaket olacağını çok iyi biliyordu. İki tarafta sorunları bir kenara bırakarak 1940 yılında İngiliz safında Avrupa’da savaştılar. Avrupa’daki Yahudileri süpürme projesi ile birçok Yahudi ölürken bir kısmı da Filistin’e varmayı başarmıştı. Nazi toplama kamplarında yaşanan olayların duyulması ve 6 milyon kişinin öldürüldüğü gerçeği, Filistin’in kaderini de o oranda değiştirdi. Bu soykırım öncesi sorgulanabilen Yahudi düşüncesi, soykırım sonrasında bütün olayları Yahudilerin lehine çevirdi. Siyonistlerin bir yurt edinme düşüncesi dünya kamuoyuna normal ve doğru gelmeye başladı.

   ‘ Bazı düşüncelere göre Hitlerin yaptığı Yahudi soykırımı aslında dini ve etnik olan Yahudilerin üzerinde yapıldığı, anaerkil olan Yahudi toplumu ve Siyonist düşünce yapısına sahip olan Yahudiler üzerinde olmadığı kabul görmektedir. Nitekim yine bu düşüncelerden biri olan Hitlerin anne tarafından Yahudi oluşu düşüncesi de bazı batılı aydınlar tarafından da savunulmaktadır. Yaşanan bu katliamın aslında etnik bir temizlik olup, dinen Yahudi olanları ve Siyonist inanca sahip olmayanları birbirinden ayırdığı iddia edilmektedir. Sonuç olarak 2. Dünya savaşından en karlı çıkan yine Siyonistler olduğu iddiası da halen devam etmektedir.’

    Ulusal Siyonist örgütler 2. Dünya savaşı esnasında ve sonrasında bütün eforunu Yahudilerin en çok olduğu ABD’ye yönelttiler. ABD’nin Siyonistler için yapmış olduğu siyasi baskılar, İngiltere medyasında bile tepki bulmuştu. Aynı zamanda ABD’den Siyonistler için gönderilen para ve silah gücü, Siyonist terörist gruplar eli ile İngiliz askerlerini de hedef alıyordu. Bu durum İngiltere ve ABD’yi karşı karşıya getirdi. ABD’de yapılacak bir seçimin sonuçlarını etkileyecek kadar çok olan Yahudi nüfusu, yapılan desteğin nedenlerinden biriydi. 1945 yılında ABD başkanı Roosevelt ‘in ölümünün ardından başkan olan Truman, kamplardan kurtarılan Yahudilerin Filistin’e gönderilmesini istedi. Süveyş Kanalı ve petrol bölgelerinin kontrolü için büyük önem taşıyan Araplar ile dostluğu vurgulayan İngiltere, ABD’nin bu teklifine karşı çıktı ve Siyonist terör gruplarının saldırılarını arttırdı. Siyonist terör örgütleri Haganah, İrgun  ve Stern ittifak yaptı, hedefleri ise hem Araplar hem de İngilizlerdi. 1946 yılında Kudüs’te karargah olarak kullanılan bir İngiliz oteline saldırı düzenlendi. Doksan bir  İngiliz vatandaşının öldüğü saldırıyı yapan kişi ise İrgun örgütünün lideri ve ileride İsrail başbakanı olacak İzak Şamir idi. Altı yıl süren savaştan çok yıpranmış olan İngiltere bu olaya misilleme olarak, açık denizlerden Yahudi mültecileri getiren gemilere saldırdı ve mülteciler öldü. Yapılan bu müdahale İngiliz kamuoyunu ikiye böldü ve tepkiler artmaya başladı. İngiltere yeni bir plan yaptı, bu plana göre Yahudiler ve Araplar kendilerine çizilen topraklarda özerk devletlerini kuracaktı. Kutsal yerler ise İngiliz kontrolünde olacaktı. Amaçları Yahudi nüfusu arttırıp Arapları azınlık hale getirmek olan Siyonistler, verilen toprakları az bularak teklifi reddetti. Tedrici yerleşim politikasını arttıran Siyonistler, Negev çölü başta olmak üzere birçok mülteci için yerleşim yerleri kurdu. Kontrolü iyice azalan İngiltere, bölgedeki sivil İngiliz vatandaşlarını ülkeye geri çekmeye başladı. 1947 yılında Filistin meselesini BM’ye bırakacağını açıklayan İngiltere’ye, İrgun tarafından bir ordu kulübüne saldırı yapıldı. İngiltere ise Almanya’daki kamplardan getirilen mülteci gemisine müdahale ederek gemiyi geri yolladı. Bu durum karşısında ABD ve dünya kamuoyu Yahudilere barbarlık uygulanan bir yere geri gönderilmesine tepki gösterdi. 1947 yılında BM, Filistin için yeni bir taksim planı hazırladı ve iki taraf ile görüşmeler yapıldı. Ancak bu taksim planı Araplar tarafından reddedildi. Bu taksim planı Müslüman Arapları ayaklandırmış, Yahudiler ise kutlama yapıyordu. Dünyada yeni başlayan Soğuk Savaş, ABD’yi endişelendirmiş ve Yahudi devletindense, Arapların önemi daha da artmıştı. BM yeni bir taksim planı getirse de, İngilizlerin 1948 yılında erkenden Filistin’den çekilmesi ortamı daha da karıştırdı. 1948 yılının mayıs ayında İngilizler son birliklerini Filistin topraklarından çekti. İngilizlerin çekilmesi ile başlayan süreçte Siyonistler bir devlet kurup kurmayacaklarını tartışıyorlardı. Devletin ilanı Arap ülkeleri ile savaş demekti, ancak diğer yandan bekletilmesi ise Arapların tekrardan birleşmesi tehdidini oluşturuyordu. İngiliz kuvvetlerinin çekildiği günün akşamı David Ben-Gurion, Bağımsız İsrail Devletinin kuruluş bildirgesini açıkladı. Sadece 11 dakika sonra kurulan bu gasp devletini tanıyan ülke ilk ABD oldu. Bildirge sonrasında İsrail devleti resmen kurulmuş ve yakın tarihimizde ‘Altı Gün’ savaşları olarak bilinen, Arap Devletleri ve Yahudi Devleti arasındaki savaş başlamış oldu.

1 Yorum

Yorum Yapın

Back to top